AŞKIN BİYOLOJİSİ
Cu, 05/28/2021 - 23:59 tarihinde admin tarafından gönderildi

 

Aşk nedir?

Aşk kavramını tanımlamaya kalktığımızda karmaşık bir görüngü (olgu) ile karşılaşılmaktadır. Bunlar emosyonel (duygusal), nörobiyolojik, nerofizyolojik aynı zamanda duyularımızla birlikte tanımlanabilir. Aşk aynı zamanda öznel bir olgudur kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. Genel olarak, “aşk’’ın bir başkasına hissettiğimiz, bağlılık duygusu, güçlü tutkulu bir sevgi olduğunu bilmekteyiz. Aşk kavramının kökeninin, kültürel, dinamik ve psikolojik anlamı; özlem, eksikliğin giderilmesi ve belli bir duyusal uyaranın sağlanması olarak tanımlanmıştır. Böylelikle “aşk” hem ödül ve zevkle ilgili olaylar, hem de açlık ve bağımlılık yapan davranışlarla yakın ilişki içerisinde olabileceği vurgulanmıştır. Bu önerme ile uyumlu olarak, “aşk” olgusunun biyolojisi, özellikle de nörobiyolojik yönleri yakın tarihte ilgi çekmeye başlamıştır. Nörobiyolojik oluşumu ise şöyle tanımlanmaktadır; davranışınların temelinde yoğun biçimde karmaşık sinirsel süreçler yer alır ve beyinde oluşan sinirsel süreçler belirli bir düzen izleyerek kaslara geçerek gözlenebilen davranışlar halinde dışa yansımasına nörobiyolojik süreçler denmektedir. Peki, aşk kavramının bu süreçteki işleyişi diğer bir söylemle izlediği yol nasıl tanımlanabilir? Buna cevap verebilmek için ‘’aşk’’ın beyinde hangi alanlarda ne gibi kimyasal etkileşimler ile ortaya çıktığına bir gözatalım.

 

Aşk Duygusunun Beyindeki İşleyişi ve Nörokimyası

Dünya aşk literatürüne göre, romantik aşkın temelinde bir birlik kavramı vardır. Tutkulu âşıkların arzusunun, aralarındaki tüm mesafeyi ortadan kaldırmak olduğu bir durum ile cinsel birliktelik yoluyla birleşme arzusu bunun bir sonucu olabilir. Bir yandan romantik aşk sırasında meşgul olan beyin bölgeleri ile diğer bir yandan cinsel uyarılma arasındaki hormonel konum açısından bu yakınlık, geçici bir ilgiden daha fazlasıdır. Çünkü romantik aşk, insanların yaşamlarını değiştirerek, onları hem kahraman yapar, hem de istenmeyen eylemlere sevk eder. Bu nedenle, romantik aşk sırasında meşgul olan beyin bölgelerinin, beyindeki hem kortikal hem de subkortikal bölgeler ile güçlü bağlantılara sahip olduğunu görmekteyiz. Bunlar arasında frontal, parietal ve orta temporal korteks ile bağlantılar ve ayrıca beynin duygu ile ilgili bölümü olan amigdala olarak bilinen temporal lobun tepesinde yer alan büyük bir çekirdek vardır. Aşk olgusu öncelikle görme, işitme, koku ve sonrasında dokunma duyularını aktive eder.  Bu işlemler akıl almaz bir hızda gerçekleşir ve beynin tüm bölgeleri ile mutlak surette etkileşime geçer. Romantik aşkın tutkusu, yargılamanın askıya alınması veya diğer insanları değerlendirdiğimiz yargılama kriterlerinin olduğu bölge beyinde frontal (ön) korteksin bir işlevidir. Bu kortikal bölge, paryetal korteks ve temporal lobun bölümleri ile birlikte, genellikle olumsuz duygularla ilgili olduğu bulunmuştur. Romantik bir olay, sevilen kişiyle yüz yüze gelmek ve annelik hallerinde etkisiz hale getirilmesi buna göre şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü derinden âşık olduğumuzda, normalde insanları değerlendirmek için kullandığımız kritik yargıları askıya alırız. Prefrontal korteks, zamansal bağlantı ve zihinselleştirme yani diğer insanların duygu ve niyetlerini belirleme yeteneği ile her zaman aktif bir alan ağı oluşturur. Aşk genellikle mantıksızdır çünkü rasyonel yargılar askıya alınır veya artık aynı titizlikle uygulanmaz. Yapılan araştırmalarda öncelikle, romantik aşk sırasında aktive olan insan beyni alanlarının ve özellikle de hormonların kimyasına bakmak olmuştur. Sırasıyla bu hormonların aşk duygusu ile ilişkisine bakalım.

Aşktaki Endokrin Faktörleri

Diğer herhangi bir duygu gibi aşk da endokrin faktörlerle düzenlenir. Bunlar oksitosin, vazopressin, dopamin, serotonin dâhil olmak üzere birkaç faktörle tanımlanmıştır. Öncelikle önemi oldukça büyük olan ve hipotalamusta üretilen küçük, benzer hormonel yapılar olan oksitosin ve vazopressinden söz edilebilir. Her ikisi de sosyal bağlanma oluşumunda, toplum yanlısı davranışlarda ve üreme davranışlarında yer alırlar. Kişide bağlanma, zevk almayı artırıcı yönüyle önem taşımaktadırlar. Ayrılma ve stresin azaltılmasına etki ederler. Yapılan araştırmalar sonucu âşık olmada oksitosinin çok önemli bir rol oynadığı tespit edilmiştir. Ayrıca cinsel davranışta, doğum ve emzirmede önemli bir oyuncu olarak bilinir. Oksitosin ve diğer bir kimyasal olarak ilişkili nöromodülatör olan vazopressin özellikle bağlanma ve bağ kurma ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Her ikisi de hipotalamus tarafından üretilmekte ve hipofizde depolanarak kana salınmaktadır. Bu salınımın her iki cinsiyette de orgazm sırasında oluştuğu bilinmektedir. Vasopressin oksitosinle birlikte erkeklere özgü cinsel davranışta, oksitosinin ise kadınlara özgü cinsel davranışta rol oynadığı düşünülmektedir. Evrimsel olarak kendini korumuş olan oksitosin, beyin dopamini ile etkileşimler yoluyla bazı türlerde ödül sistemlerini oluşturur. Bu peptit, akut olarak stresli deneyimler ve sevgi dolu bir ilişkiyi stabilize etmede ve destek arayacağımızda yanıt olarak salınır. Son veriler, oksitosinin erkeklerde romantik bağları artırarak katkıda bulunabileceğini düşündürmektedir. Eşin çekiciliği ve ödül değeri karşılaştırıldığında kadınlarda seçici olarak oksitosin olumlu sosyal bağlamlarda yaklaşım davranışını teşvik eder. 

Vazopressin ise fiziksel ve duygusal mobilizasyon ile ilişkilidir ve eşi veya bölgeyi korumak için gerekli uyanıklığı destekler. Vazopressin oksitosin ile birlikte beyne salınır, partneri tercih etme, bağ kurma ve çiftleşmeyi kolaylaştırır. İkisi arasındaki fark oksitosin stres azaltıcı etkilere sahipken, vasopressin korkuyu artırarak stres tepkisi yaratır böylece duygu ile ilişkilendirilen amigdalayı tam ters yönde etkiler.

Diğer bir hormon ise dopamindir. Dopamin hipotalamustan salgılanır ve kana karışarak duygusal tepkiler ve eylemlerin kontrolünde önemli rol oynar. Bireylerin zihinsel ve fiziksel sağlığının pekişmesinde oldukça özel bir yeri vardır. Dopaminerjik sistem ayrıca nedensellik için de önemlidir ve anormalliği düşünce bozukluklarına yol açabilir.  Ayrıca REM uykusu ile ilişkili olduğu da bilinmektedir. Bütün bu veriler göz önüne alındığında, aşk ve diğer sevgi ilişkilerinde görülen zaman, yorgunluk ve nedensellik algılarında görülebilen değişimlere dopamin salgısındaki değişimlerin aracılık edebileceği ve öforinin baskın olduğu, sevgi ilişkilerinin başlangıcında dopaminin rol aldığı düşünülebilir.

Noradrenalin, bireyin çekici bulduğu nesne ile karşılaştığında sergilediği kan basıncı ve nabız değişikliklerinin, sevilenle ilgili algılardaki keskinleşmenin ve sevilene odaklanmanın yanı sıra ek görevler de üstlenebilir. Dikkat sistemini oluşturan sağ superior parietal lobda, noradrenalin uyarısının sol loba göre daha baskın olduğu bilinmektedir. Diğer yandan, parietal lob özellikle vücut dışındaki cisimlerin algılanmasında ve vücut imajında da önem taşımaktadır.

Son olarak seratonin, cinsel dürtülerin kontrolü ile ilgili sorunlarının bu spektrum içerisinde olabileceği önermesinin yanı sıra aşk ve sevgi ilişkileri sırasında gözlenebilen zorlantılı yakınlık arayışı, sevilen hakkındaki ruminatif (tekrarlayıcı) düşünceler gibi fenomenolojik (olgusal) benzerlikler ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Obsesif Kompulsif Bozukluğun (OKB) en tipik örneğini oluşturduğu, obsesif kompulsif spektrum bozuklukları saplantılı düşünceler ve zorlantılı davranışların yanı sıra benzer aile öyküleri ve tedavi yanıtları ile de karakterizedir. OKB’da ventral prefrontal korteks ve kaudat nükleusta serotonin sentezini azalmaktadır. Bu nedenle, serotonin sentezinde görülebilecek değişiklikler aşk ve sevgi ilişkilerinin oluşumunda rol oynayabilir. Aşk ve sevgi ilişkileri sırasında dopamin salgısındaki artışla beraber diğer bir nöromodülatör olan serotoninin salgısının azalması bu önermeyi doğrular niteliktedir. Bu ilişkilerde gözlenen tekrarlayıcı düşünceler ve davranışlar dopaminerjinin aşırı aktivitesi ile gerçekleşirken, serotonin sentez değişiklikleri bu davranışların benliğe yabancı olarak yaşandığı bir alt grupta gözlenmektedir. 

 

    Bütün veriler göz önüne alındığında “aşk” olgusunun farklı zamanlarda, farklı nöral sistemlerin aracılık ettiği değişken yapı taşlarından oluşan dinamik bir sürecin sonucu olduğu, dolayısıyla başlangıç ve bunu takip eden, kimi zaman yaşam boyu da sürebilen bağlanma basamakları ile karakterize olduğu öne sürülebilir. Sonuç olarak aşk ve sevgi ilişkileri, güven ve inancın yanı sıra beyindeki ödüllendirme sisteminin (limbik sistem) aktivasyonuna dayanan, karmaşık ve nörobiyolojik olaylar olduğunu söyleyebiliriz. Aşk ve sevgi ilişkileri sırasında eleştirel toplumsal değerlendirme, fiziksel ve zihinsel stres algısı ve olumsuz duygularla ilgili beyin sistemleri baskılanmaktadır. Aşk ve sevgi ilişkilerinin erken evreleri hem fenomenolojik (olgusal) hem de nörobiyolojik olarak daha geç safhalarda farklılık gösterebilir. Eldeki bilgiler ışığında maternal, romantik ve cinsel sevgi ve bağlanmaların fizyolojik açıdan önemli düzeyde örtüştüğü belirtilebilir. En tipik insan duygusu olan aşk, nörobiyolojik bir perspektife göre, muhtemelen farklı zamanlarda farklı sinir alt tabakaları tarafından korunan farklı bileşenlerin sonuçlarını temsil eden dinamik bir süreç olarak görülebilir. Bu nedenle, bazı adımlar, özellikle başlangıcı, yani çekim mekanizması olan âşık olma, ardından bazı durumlarda ömür boyu sürebilen bağlanma aşaması belirlenebilir.



 

                                                                                    Klinik Psikolog EMEL ALĞAN

                                                                                                 [email protected]




 

                                                        

KAYNAKLAR

 

Carter, C. S. (2014). Oxytocin pathways and the evolution of human behavior. Annual review of psychology, 65, 17-39.

Esch, T., & Stefano, G. B. (2005). The neurobiology of love. Neuroendocrinology Letters, 26(3), 175-192.

Francesco, F., & Cervone, A. (2014). Neurobiology of love. Psychiatr Danub26(Suppl 1), 266-268.

Pakyürek, G. (2020). Oksitosinin nörobiyolojik temelleri ve davranışsal doğurgularının incelenmesi. Yaşam Becerileri Psikoloji Dergisi, 4(7), 81-90.

Saraçlı, Ö, Atasoy, N, Karaahmet, E. (2012). Yakın İlişkilerin Nörobiyolojisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4 (4) , 414-427. DOI: 10,5455/cap.20.120.425

Tufan, A, Yaluğ, İ. (2010). Aşk Fenomeni ve Sevgi İlişkilerinin Nörobiyolojisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2 (4) , 443-456.

Zeki, S. (2007). The neurobiology of love. FEBS letters, 581(14), 2575-2579.